2021 yılını geride bırakmamıza sayılı günler kala, bu haftaki programımızı, Annie Ernaux’nun gelip geçen yıllara tanıklık ettiği “Seneler” kitabına ayırdık. Program boyunca hem Ernaux’nun farklı dönemlere ait müzik akımları ve bu akımlarda yer alan sanatçılar hakkında kaleme aldıklarını hatırladık hem de yazarın anılarında yer eden bu sanatçıların o yıllarda seslendirdiği şarkıları dinledik.
Annie Ernaux’nun 2008 yılında yayınlanan Les années adlı otobiyografik kitabı, bu yılın başında Siren İdemen çevirisiyle Can Yayınlarından Seneler adıyla piyasaya çıktı. Kitabın tanıtım metninde: "Seneler çeşitli imgeler, fotoğraflar, dönemin gazete haberleri, popüler şarkıları, filmleri, reklamları, sloganları, siyasi gelişmelerinden hareketle, 1940’lardan 2000’li yıllara uzanan deneysel bir metin, bir tür toplumsal kronik” sözlerine yer verilmiş. Kitabı daha önce Açık Radyo’da Günün ve Güncelin Edebiyatı programında Seval Şahin de konuğuyla birlikte detaylı şekilde mercek altına almıştı, biz de bu eseri, yer verdiği şarkılar eşliğinde inceledik. Kitap Ernaux’nun çocukluğunun geçtiği 1940’lı yıllarda başlıyor. İkinci Dünya Savaşı yılları bunlar ve işgal altındaki Fransa’da büyük bir yokluk ve sefalet yaşanıyor. Henüz küçük bir çocuk olan Ernaux, Lina Margy’nin, nakaratında geçen "mavi-beyaz-kırmızı vatanın renkleri" kısmı hep bir ağızdan söylenen Ah le petit vin blanc ve Jacques Hélian’ın Fleur de Paris şarkılarını hatırlıyor bu dönemden. Kurtuluş hareketi döneminde ise “O güzel pazarları hatırlıyorum, ama her şey çok uzakta kaldı” sözlerinin yer aldığı Georges Ulmer şarkısı C’est loin tout ça yer etmiş yazarın anılarında.
Ellili yıllara gelindiğinde kısmi bir ferahlama dönemi yaşanıyor Fransa’da. Savaş sonrasında fabrikalar yeniden açılıyor, sanayinin çarkları dönemeye başlıyor, insanlar da farklı reklamlar aracılığıyla para harcamaya teşvik ediliyor. Bu dönemden şöyle bahsediyor Ernaux: “Elle evdeyse mutluluğunuz tamdır, Luis Mariano’nun sesiyle kumrular gibi mırıl mırıl, zevk sahibi kadının sutyeni Lou. Mutfak masasında ödev yaparken Radio Luxembourg’dan yükselen şarkılar ve reklamlar gelecekteki mutluluğu müjdeliyordu ancak ileride, satın alma imkanına kavuşabileceğimiz namevcut şeylerle kuşatılmış hissediyorduk kendimizi”. Ellili yıllar Fransa’sının popüler şarkıcıları Luis Mariano, Dario Moreno ve Tino Rossi gibi, egzotik ülkelerden bahseden "kadife sesli" sanatçılar. Hiç bilmedikleri yerlerden, Güney’den Pirenelerden söz eden şarkılar, Fandango du pays basque, Montagne d’Italie ve Mexico arzularını kabartıyor, Günbatımından pembeye bulanmış bulutlarda Hint sarayları ve mihraceler geliyor gözlerinin önüne.
Ellili yılların ortalarında artık genç bir kız Annie Ernaux. Değişip gelişen Fransa’da, ergenlik çağındaki bir gencin deneyimlediği tüm sancıları yaşıyor. O günlerden de şöyle bahsediyor kitabında: “Ticaretin gitgide büyüyen sabırsızlığı, inisiyatif, dinamizm gibi yeni parolalarıyla şehirlerin mutat yaşamı sarsılıyordu. Merkezi cadde ve sokaklarda Annie Cordy ve Eddie Constantine şarkıları eşliğinde bangırdayan hoparlörler Simca araba ya da yemek odası kazanma vaadiyle insanların alışveriş isteğini körüklüyordu. Orta sınıf gençlerin neşesine diyecek yoktu. Kelimelerin son hecesini uzata uzata Marie-Chantal taklidi yaparak dalga geçiyor, langırt oynuyor, ebeveynlerinin kuşağından örümcek kafalılar diye bahsediyordu. Yvette Horner, Tino Rossi ve Bourvil baş eğlenceleriydi. Hepimiz bilerek bilmeyerek çağımızın modellerini arıyorduk. Gilbert Bécaud’ya hayrandık, konserlerinde kırılan sandalyelerle coşuyorduk”. Ellili yılların ortasında bir Gilbert Bécaud çılgınlığı yaşanıyordu Fransa’da Ernaux’nun da belirttiği gibi. Sahnedeki enerjisi nedeniyle "Monsieur cent mille volts" yani "Bay 100 bin volt" lakabıyla anılıyordu 18 Aralık 2001'de aramızdan ayrılan sanatçı.
Ellili yılların ikinci yarısı, artık yetişkinliğe adım atmaya hazırlanan Ernaux’nun sanatla en fazla iç içe olduğu dönem. Bu yıllarda Ve Tanrı Kadını Yarattı filminde oynayan Brigitte Bardot fotoğraflarını biriktiriyor, sıranın tahtasına James Dean’in baş harflerini kazıyor, Prévert şiirlerini, Brassens’in radyoda çalınması yasak olan şarkılarının sözlerini defterlere yazıyor. Dönemin gençliği caz, negro spirituals ve rock’n’roll için yanıp tutuşuyor. Elvis Presley, Bill Haley, Louis Armstrong ve Platters modernliğin ete kemiğe bürünmüş hali. Anne babalarının köhnemiş zevkleri, Léhar’ın Das Land des Lächelns opereti, André Claveau, Line Renaud ve Ernaux’nun deyimiyle "köylü hödüklerin cehaleti" devrini tamamlıyor onlara göre. Kendilerini aydınlanmışlar cemiyetinin parçası olarak hissediyorlar ama öte yandan Les Amants d’un jour’la Piaf, tüylerini ürpertmeye devam ediyor. 1956 yılında piyasaya çıkan bu şarkının sözleri Claude Delecluse ve Michelle Senlis, müziği ise Marguerite Monnot imzasını taşıyor. Parçada, bir otelde çalışan temizlikçi rolüne bürünüyor Piaf ve bizlere bu otelin odalarından birinde, intihar eden bir çiftten bahsediyor.
Altmışlı yıllarla birlikte Fransa, Anglosakson müzik tarzını benimseyen o ünlü yé-yé akımının etkisine giriyordu. Bir yandan Cezayir Savaşı sürerken her geçen gün sayısı artan gençler için sunulan eğlence araçları da artıyordu. Ernaux şu sözlerle bahsediyor o günlerden: “ Bize eğlenmek için sunmadıkları şey kalmamıştı. Hulahop, Salut les copains, Age tendre et tête de bois. Ama hiçbir şeye hakkımız yoktu, ne oy kullanabiliyor ne sevişebiliyor ne de görüşlerimizi söyleyebiliyorduk. Söz hakkına sahip olabilmek için önce egemen toplumsal modele uyum sağladığımızı kanıtlamamız, öğretmenliğe, posta teşkilatına ya da demiryollarına, Michelin’e, Gilette’e girmemiz, sosyal sigorta sahibi olmamız ve hayatımızı kazanmamız gerekiyordu. ...Transistörlü radyomuzu dinleyerek bakalorya sınavına hazırlanıyorduk. Sinemada Cléo Beşten Yediye, Geçen Yıl Marienbad’da’yı seyrediyor, Bergman, Buñuel filmlerine, İtalyan sinemasına ilgi duyuyorduk. Léo Ferré’yi, Barbara, Jean Ferrat, Leny Escudero ve Claude Nougaro’yu seviyorduk. Hara-kiri okuyorduk. Hitler? Connais pas diyen yéyé gençliği ve bizden bile genç, idolleriyle aramızda en ufak bir benzerlik görmüyorduk. Saçlarını iki yanda örgü yapan, okul çocuklarının tekerlemeleri gibi şarkılar söyleyen kızlar ve kükreyip sahnede yerlerde yuvarlanan bir oğlan. Asla bizi yakalayamayacaklar diye düşünüyorduk.” Burada Sheila ve Johnny Hallyday gibi yéyé akımı idollerinden bahsediyor Ernaux ve bu dönemde onların yerine klasik şansonu temsil eden sanatçıları tercih ettiklerini belirtiyor. Ernaux'nun dinlediği sanatçılar arasında yer alan Leny Escudero’nun en ünlü parçalarından biri de Pour une amourette. Şarkı 1962'de, yé-yé fırtınasının tam ortasında piyasaya çıkmış ve büyük başarı elde etmişti.
Altmışlı yılların ortasına gelindiğinde tüm dünyada olduğu gibi Fransa’da da değişim rüzgârları esmeye başlamıştı. İnsanların hayatına müzik setleri, FM radyo, tıraş losyonu ve elektrik süpürgesi gibi yepyeni kavramlar giriyor, Ernaux’nun deyimiyle “Şeylerin bolluğu, fikirlerin kıtlığını ve inançların aşınmasını gizliyordu.” O dönemde dinlenen müziklerden ise şu sözlerle bahsediyor Ernaux: “Dünya gençliği sesini şiddetle duyuruyordu. Vietnam Savaşı isyan duygularını, Mao’nun Yüz Çiçek’i ise hayalleri besliyordu. Beatles’ta sesini bulan katışıksız bir neşe uyanışı vardı, seslerini işittiğiniz anda mutlu olmak istiyordunuz. Antoine, Nino Ferrer ve Dutronc şarkılarından delidolu bir enerji yayılıyordu. Durmuş oturmuş yetişkinler bunları duymazdan geliyor, kadın spikerlerin güzelliklerini kıyaslıyor, Piaf’ın yerini Mireille Mathieu mü yoksa Georgette Lemaire mi alacak diye tartışıyorlardı” Ernaux’nun da belirttiği gibi altmışların ikinci yarısında yé-yé akımının devamında ortaya çıkan enerji dolu şarkılar dinleniyordu Fransa’da. Bu akımın önde gelen isimlerinden biri de Antoine’dı. Sıra dışı şarkıları ve giyim tarzıyla tüm dünyada adını duyurmuştu genç adam. Hatta giydiği uzun yakalı, çiçek desenli rengârenk gömlekler, Türkiye’de de "Antuan gömlek" adıyla satılıyordu. Sanatçı, çıkış şarkısı olan Les élucubrations d’Antoine'da; doğum kontrol haplarının süper marketlerde satılmasından Johnny Hallyday’in bir sirk kafesine kapatılması gerektiğine kadar pek çok sıra dışı fikrini sıralıyordu.
Altmışlı yılların ikinci yarısında Fransızların oldukça sıkıcı günler geçirdiğini belirtiyor Ernaux, Tek tip, dondurulmuş bir griliğe gömülü bir dünya olarak betimliyor o günün dünyasını. Mayıs 68’den birkaç ay önce Pierre Viansson-Ponté’nin Le Monde’da yazdığı “Fransa sıkılıyor” cümlesini hatırlatıyor bizlere ve şöyle devam ediyor: “Nisan boyunca çisil çisil yağan yağmur ve geç gelen Paskalya’yla, diğerlerinden pek farklı olmayan bir ilkbahar gibi gelse de ...her zamanki gibi iktidar tarafından bastırılacağını düşündüğümüz gösterilerin Sorbonne’un kapılarını kapatmasına, sınavların iptal edilmesine, öğrencilerle polisin çatışmasına ve Quartier Latin’de barikatların kurulmasına varacak kadar büyümesi, ertesi sabah içimizden artık normal yaşama dönmek gelmemesine neden oluyor, yarın ne olacağını bilmiyor, bilmek de istemiyorduk. ...Mayıs ayında yaşanan olaylar sonrasında her şey normale döndüğünde bile herkes yakın geleceğin şiddete gebe olduğuna inanıyor, birkaç ay ya da bilemedin bir yıl içinde ne olacaksa olacak diye düşünüyorduk”. 68 hareketinin kültürel anlamdaki getirilerinden de: ”Yapısalcı gramer, semantik alanlar ve izotopiler, Freinet pedagojisiyle deneysel çalışmalar yapıyorduk. Corneille ve Boileau’yu terk etmiştik, onların yerini Boris Vian, Ionesco, Boby Lapointe metinleri, Colette Magny şarkıları, Pilote dergisi ve çizgi roman almıştı.” sözleriyle bahsediyor Ernaux romanında. Colette Magny, kariyerine caz ve blues tarzında şarkılarla başlamış, 68 Mayıs’ından sonra ise daha deneysel bir müzik tarzını benimsemişti. Kübalı şair José Marti’nin “Zaman fırınların zamanı ama görülmesi gereken tek şey, oradaki ışıktır” sözlerinden esinlenerek yazdığı Lorsque s’allument les brasiers adlı parçanın içinde aynı zamanda Che Guevera’dan da farklı alıntılar yer alıyordu.
1968 Mayıs’ı sonrası tüm dünyada olduğu gibi Fransa’da da özgürlük rüzgarları esiyordu. Özgürlüğün tadını kimileri cinsel anlamda, kimileri komün hayatı yaşayarak kimileri ise egzotik ülkeleri ziyaret ettikleri yolculuklarla çıkarıyordu. Yine Ernaux’dan alıntı yaparsak: “Savaştan bahsetmek kimsenin aklından geçmiyordu, Auschwitz’ten, toplama kamplarından, kapanmış gibi gözüken Cezayir meselesinden de. Geceleyin fundalıktan yükselen kokunun soluğunu taşıdığı yüzyılların köylülüğüyle, bu 1973 Ağustos’unun akşamı arasına hiçbir şey olmamıştı. Biri gitar tıngırdatmaya başlıyor Maxime Le Forestier’in Comme un arbre dans la ville’ini, Quilapayún’un Duerme negrito’sunu söylemeye koyuluyor, başımızı önümüze eğip dinliyoruz.” Maxime Le Forestier, Ernaux'nun sözünü ettiği çevre temalı bu parçasında “Tıpkı şehirdeki bir ağaç gibi asfaltla beton arasında kök salmak için uğraşıyorum” diyordu.
1970’lerin sonlarından itibaren Ernaux, müzik ya da sinemadan ziyade politikayla daha fazla haşır neşir olmuş olacak ki kitabında sanatın bu iki dalına ait verdiği referanslar da özellikle seksenlerden sonra azalıyor. Yazarın hatıralarında yetmişlerin sonu seksenlerin başına ait yer eden, en önemli olaylar arasındaysa Brel, Brassens, Claude François ve Joe Dassin’in ölümleri yer alıyor. Şöyle bahsediyor Ernaux o günlerden: “Brel ve Brassens’in ölümleri bir zamanlar Piaf’ınki gibi herhalde ömür boyu bize eşlik edeceklerini umduğumuzdan pusulamızı şaşırtıyordu, üstelik onları eskisi kadar dinlemez olmuştuk, biri fazla ahlakçı diğeri fazla sevimli anarşist geliyordu. Renaud ve Souchon’u tercih ediyorduk. Kazanması beklenirken solun kaybettiği genel seçimlerin ilk turundan bir gün önce Claude François’nın banyosunda, küvette elektrik çarpması sonucu saçma ölümünün de, bizimle aşağı yukarı aynı yaştaki Joe Dassin’in aniden ölüme teslim olmasının da diğer ölümlerle alakası yoktu. 75 ilkbaharı, Saygon’un düşüşü, zihnimizde L’été indien’le iç içe geçen umut ışının doğuşu, bir anda çok gerilerde kalmıştı.” Bu paragrafta Alain Souchon’dan bahseden Annie Ernaux, doksanlı yıllarda bu kez tüketim toplumunu eleştirirken sanatçının ünlü bir şarkısına şu şekilde atıfta bulunuyor: “Gününe göre, keyifle ya da asabiyetle, neşeyle ya da umutsuzlukla bir şeyler edinmek gitgide hayatın pusulası haline geliyordu. Souchon’un son şarkısı Foule sentimentale’i dinlerken sanki yüz yıl sonra kendimizi, o zamanın insanlarının bizi görecekleri şekilde seyrediyor gibiydik. Ve sürüklendiğimiz yere doğru giderken hiçbir şeyi değiştirememenin hüznünü hissediyorduk.” Kitabın geri kalan kısmında Körfez savaşı, doksanlarda Fransa’da yaşanan terör olayları, 11 Eylül, internet ve cep telefonlarının hayatımıza girmesi gibi toplumsal olaylara değiniyor Ernaux. Çocuklarının ona albümünü vermeyi teklif ettikleri Arthur H gibi genç müzisyenler pek de ilgisini çekmiyor, o hâlâ Radio Nostalgie’de çalındığında kendini hoş bir gençlik duygusuyla sarmalayan Only you ya da Capri c’est fini gibi şarkıları tercih ediyor...
Şarkıcı / Yorumcu | Parça Adı | Albüm Adı | Süre |
---|---|---|---|
Georges Ulmer | C'est loin tout ça | Anthologie de la chanson française 1946 | 2:40 |
Luis Mariano | Mexico | La vie en chantant | 3:33 |
Dario Moreno | Mambo italiano | Le mexicain tropical | 2:29 |
Gilbert Bécaud | Quand tu danses | A L'Olympia - Meilleurs Moments 1955-1983 | 1:55 |
Edith Piaf | Les amants d'un jour | L'éternelle | 3:13 |
Leny Escudero | Pour une amourette | Ses plus grands succès | 2:15 |
Claude Nougaro | Cécile, ma fille | Intégrale Grand Angle 1 | 3:26 |
Antoine | Les élucubrations d'Antoine | Les élucubrations d'Antoine | 3:27 |
Colette Magny | Lorsque s'allument les brasiers | Avignon 1969 | 3:38 |
Maxime Le Forestier | Comme un arbre | Olympia 1973 | 3:28 |
Alain Souchon | Foule sentimentale | Défoule Sentimentale | 5:00 |